Tıp Eğitimini Türkçeleştirme Süreci
Fransızca tıp eğitiminin uygulanması, Müslüman Türk öğrencilerin başarısızlığına ve mezunların çoğunluğunun gayrimüslimler tarafından oluşturulmasına neden oldu. Bu dönemde, hekimlik mesleği büyük ölçüde yabancılar ve gayrimüslümler arasında yaygındı ve Türkler, bilimsel çevrelerden adeta dışlanmaktaydı. (Kemahlı, 2015) 1856’da Padişahın emriyle kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane‘nin 39 kurucusu arasında Türk bulunmuyordu. 1906 yılında ise derneğin 288 üyesinden sadece 17’si Türk-Müslüman idi. Dernek üyeleri, eserlerini Fransızca olarak kaleme alıyor ve Fransızca bir tıp dergisi (Gazette Médicale d’Orient) yayımlıyorlardı. 1857’den itibaren 75 yıl boyunca yayımlanan bu dergi, Osmanlı topraklarındaki sağlık sorunları ve tıp eğitiminin düzenlenmesine dair, İstanbul’da görev yapan yabancı ve gayrimüslim hekimlerin görüşlerini yansıtıyordu. (Kemahlı, 2015)
Mümtaz Sınıf
15 Haziran 1853’de okulun nazırlığına tayin edilen Cemallettin Mehmet Efendi, memlekette yeterli düzeyde Türk hekimi yetişemediğini ve eğitimin yabancı dilde yapılmasının bu durumda etkili olduğunu dikkate alarak, en yetenekli ve çalışkan öğrencileri Türkçe ve Arapça, Acemce’den geniş bilgi sahibi yapmak ve bunlardan yararlanarak Türkçeye tıp kitapları tercüme edebilecek kadroyu hazırlamak üzere 1857 yılında bir mümtaz sınıf açmış ve Takvimhane-i Âmire musahhihi Lütfi Efendi hocayı, Arif ve Şevki efendileri müzakereci olarak tayin etmiştir. (Unat, 1971) Bu sınıfın öğrencileri, hocalarıyla birlikte Fransızca tıp kitaplarını Osmanlıcaya çevirme ve Osmanlıca tıp terimleri oluşturma çalışmalarına başladılar. (Kemahlı, 2015) Ancak bu girişim, Fransızca eğitimin sürdürülmesini savunan hekimlerin karşı çıkışına neden oldu. Osmanlıcanın tıp eğitimi için yetersiz olduğunu, bilim dili olamayacağını ve Türklerin zorlu bir meslek olan hekimliği öğrenemeyeceklerini iddia ettiler. Beyoğlu’ndaki Fransızca gazetelerde, öğretimin Osmanlıca yapılamayacağını savunan makaleler yazılarak, hekimliğin “yavan, ilkel bir dil olan Osmanlıca ile” anlatılamayacak kadar yüksek bir bilim olduğu belirtildi.(Kemahlı, 2015) Bu görüşleri savunan grup, sonunda Padişahı etkileyerek amacına ulaştı ve sadece 2 yıl açık kalan Mümtaz Sınıf 1859 yılında Tıbbiye Nazırlığı görevine getirilen Hayrullah Efenditarafından 1859’da kapatıldı, öğrencileri diğer sınıflara dağıtıldı.(Unat, 1971)
Tıp Dilinin Türkçeleşmesinin Öncüsü: Kırımlı Aziz Bey ve Arkadaşları
Ancak buradaki öğrencilerden Kırımlı Aziz İdris, Hüseyin Remzi, Mehmed Nedim, İbrahim Lütfi, Hüseyin Halim, Bekir Ali, Vahid İbrahim, yeni tıbbın da Türkçe ifade edilebileceğini savunmaya başlamışlardır. Bunlar hekimlikte öğretimin Türkçe olması gerektiğini, tıp kitaplarının Türkçeye çevrilmesi, halka yararlı tıp bilgilerinin Türkçe olarak yazılması gerektiğini, ayrıca bilgi ve düşüncelerin Türkçe tartışılabilmesi için bir tıp cemiyetine ve Türkçe tıp gazetesine ihtiyaç olduğunu, dahiliye kliniği öğretmen yardımcısı Binbaşı Dr. Ahmet Ali Efendiye açmışlardır. Dr. Ahmet Ali Efendi öğrencileri tarafından takdirle karşılanmıştır. Bunlar hep birlikte bir tüzük hazırlayıp 1862’de Eyyüp’te Babahaydar mahallesinde eski müzakerecileri ve o sırada Mekteb-i Tıbbiye Matbaası müdürü durumunda olan Hacı Arif Efendinin oturduğu Beşir Ağa Medresesinde gizli olarak bir cemiyet (Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye) kurmuşlardır. Tıbbiye Nazırı Hayrullah Efendinin yerine 1862’de getirilen Arif beye Dr. Ahmet Ali Efendi öğrencilerin düşüncelerini bildirmiş ve öğrenciler de konu tercüme ederek nazıra sunmuşlardır. Arif bey tercümeleri takdirle karşılamış, ancak tahsillerine mâni olabileceği düşüncesiyle mektebi bitirene kadar böyle şeylerle uğraşmamalarını tembih etmiştir. Bunun üzerine Cemiyet-i Tıbbiye tatil zamanlarına ertelenmiş, önce Vahit beyin evinde, daha sonra Mercanda’ki Yeni Han’ın bir odasında toplanmışlardır ve kısa bir süre sonra hiç toplanmamışlardır. (Unat, 1971)
Kırımlı Aziz Bey, Aziz Kırimi (1840, 1878), Türk doktor. Türkiye’de tıp dilinin Türkçeleşmesinin bayraktarlığını yapmış ve Türk Kızılayı’nın kuruluşuna katkıda bulunmuş bir doktordur. Kolağası rütbesiyle mezun oldu. Mümtaz Sınıf dağıtılınca arkadaşları ile “Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmani” adlı gizli bir örgüt kurarak bilim dilinin Türkçe olması için mücadele etti; Fransızca Tıp Sözlüğü çevirisi ve Türkçe tıp kitabı yazmak için çalıştı. Çabaları sonucu 1867’de ülkenin ilk sivil tıp okulu “Mektebi Tıbbıye-i Mülkiye”’ kuruldu. O sırada binbaşı rütbesinde olan Aziz Efendi, okulun ilk reisi (dekanı) oldu; ilk sene derslerin çoğunu o üstlendi ve derslerini Türkçe verdi. Derviş Paşa’nın 20 yıl önce yayımlanan “Usûl-ı Kimya” (Kimyaya Giriş) adlı kitabından sonra ülkede çıkarılan ilk kimya ders kitabı olan “Kimya-yı Tıbbî” (Tıbbî Kimya) adlı iki ciltlik bir kitap yazdı. Kırımlı Aziz Bey, kimya sembollerinin, Latin harfleri yerine Osmanlı harfleriyle gösterilmesini önermiş ve kitabında bütün denklemleri bu harflerle yazmıştır. “Emraz-i Umumiye” (1870) adlı bir de Genel Patoloji kitabı vardır. Kırımlı Aziz Bey, Türk Kızılayı’nın temelini oluşturan “Mecruhin ve Marday-ı Askeriye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” (Asker, Hasta ve Yaralılara İmdat ve Yardım Derneği)’nin kuruluşunda da öncü rol oynamıştır. Cemiyetin kurulduğu 11 Haziran 1868 tarihi, Türk Kızılayı’nın kuruluş günü kabul edilir. 1874 yılında faaliyetlerini tatil eden cemiyetin 1876’da yeniden kurulması için yürütülen çalışmalarda da Aziz Bey aktif rol aldı. Uluslararası Kızılhaç Örgütü’ne bağlı derneğin sembol olarak Kızılhaç yerine Kızılay’ı kullanmasını önerdi ve Kızılay amblemini çizdi. Dernek tüzüğünün hükûmet tarafından onaylanıp resmen kurulması haç yerine hilal sembolünün kullanılması ile mümkün oldu.
Namık Kemal’in Türkçe Tıp Eğitimi Savunusu
Namık Kemal, 1866 yılında Tasvir-i Efkar gazetesinde yayımlanan “Türkçe Tababete Dair Makale-i Mahsusa” isimli yazısında, Türkçe tıp eğitiminin önemini vurgulamıştır. Kemal, yeterince bilinmeyen bir dilde verilen eğitimin eksik kalacağını belirterek, Avrupa’da başlangıçta öğretimin Latince ile yapıldığını, ancak zamanla her ulusun eğitimi kendi dilinde vermeye başladığını hatırlatmıştır. Bu bağlamda, Türkiye’de de tıp eğitiminin Türkçe olarak yapılmasının gerekliliğini savunmuştur. Bu görüşüyle, Türkçe eğitimin bilim dili olarak kullanılmasının önünü açmış ve ulusal dilde eğitimin önemine dikkat çekmiştir.
Sivil Tıbbiye ya da Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane (1867)
1866 yılında Kırımlı Aziz, Hüseyin Remzi, Mehmed Nedim, İbrahim Lütfi, Servet Arif ve Emin mezun olmuşlardır. Aynı yıl, Tıbbiye nezaretine getirilen Hoca Salih efendinin başvurusunu kabul eden Sultan Abdülaziz Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye’nin resmen kurulmasını onaylamıştır. Bundan cesaret alan Kırımlı Aziz ve arkadaşları aynı yıl Askeri Tıbbiye Okulu içinde Türkçe öğretimle memleketin sivil sağlık işleri için hekim yetiştirmek üzere Mektebi-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane, yani Sivil Tıp Okulunun açılmasını sağlamışlardır. Mart 1867’de bu okulda Türkçe Tıp eğitimi başlamıştır.
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası içinde kurulan bu okul bir süre sonra Kadırga semtinde ayrı bir binaya taşındı ve halk arasında Sivil Tıbbiye olarak adlandırıldı.Kırımlı Aziz Bey ve arkadaşları bununla yetinmeyerek, 500’den fazla öğrencisi olan Askeri Tıbbiye’den yılda yalnızca 5 mezun çıkarken Sivil Tıbbiye mezunlarının çok daha fazla olduğunu öne sürüp Askeri Tıbbiye’nin de Türkçe müfredata dönmesine çalışmışlardır. Yabancı hoca ve hekimlerin tepkisi ve direnciyle gelişen sürecin sonunda Kırımlı Aziz, Hüseyin Remzi, Hüseyin Sabri, Vahit ve arkadaşları hazırladıkları bir yönergeyi Miralay Ahmet Ali Bey yardımıyla Esat Paşa’ya ulaştırmış ve 28 Eylül 1870’de Askeri Şur’a, Askeri Tıp Okulunda Türkçe eğitim verilmesine karar vermiştir.
Osmanlı salname kayıtlarına göre Askeri Tıbbiye kurulduktan 30 yıl sonra 28 hekim hocadan sadece 4’ü Türk iken, sivil Tıp kurulduktan 30 yıl sonra 1900’de sivil Tıbbiye’de 51, Askeri Tıbbiye’de 50 Türk hoca vardır.
Yangın sonrası onarılan Galatasaray’daki binaya dönüldükten sonra yaşanan bu gelişmeler esnasında 1868 yılında Mekteb-i Sultani’nin açılması ile beraber askeri tıbbiye öğrencileri Beyoğlu’ndan Gülhane’ye taşındı. Tıbbiye 1876 yılında tekrar Demirkapı Kışlası’na taşındı. Sivil tıp okulu ise daha sonra Kadırga’ya yerleşti.
İlk Uluslararası Tıp Kongresi
13 Şubat 1866’da Galatasaray’daki binada ilk Uluslararası Tıp Kongresi gerçekleştirildi. Bu kongreye katılan ülkeler şunlardı: Avusturya, İspanya, Fransa, İngiltere, Yunanistan, İtalya, İran, Portekiz, Prusya, Rusya, İsveç ve Osmanlı Devleti. Kongrede seçimde Galatasaray Tıp mektebi Müdürü ve Osmanlı heyetinin başkanı Salih Efendi Kongre başkanlığına seçildi. Kongrede ağırlıklı olarak salgın hastalıklar ve engelleme yöntemleri üzerine müzakereler yapıldı.
Lugat-ı Tıbbiye (1873) ve Lugat-ı Tıp (1902)
Türkçe tıp eğitiminin başlamasıyla hızla Türk öğretim üyeleri yetişti, Türkçe yazılı eserler hızla arttı, 13 yıl içinde 62 kitap basıldı. Kırımlı Aziz ve arkadaşlarının kurduğu Cemiyet-I Tıbbiye-i Osmani dönemin en önemli tıp sözlüğü olan Nysten’in Dictionnaire de Medecine’indeki tüm terimlere karşılık bularak 1873 yılında 640 sayfalık Lugat-ı Tıbbiye’yi yayınladı. 1902’de bu geliştirilerek 1253 sayfalık Lugat-ı Tıp çıkartıldı. Birçok bilimsel dergiler çıkartılmaya başlandı. Halkın sağlık alanında bilgilendirilmesi yönelik kitapçıklar da ancak Türkçe tıp eğitimine geçildikten sonra hazırlanabildi. Ancak reçeteler uzun yıllar boyunca Fransızca olarak yazıldı. Fakültenin gelişiminde önemli bir aşama 1898 yılında Gülhane Askeri Rüştiyesinin hastaneye çevrilerek uygulama hastanesi yapılmasıdır.
Haydarpaşa Tıbbiyesi
Mekan sorununun devam ettiği Tıp eğitimi, Serasker Rıza Paşa’nın önerisi, Türkiye’deki modern cerrahinin kurucusu sayılan ve İstanbul’un belediye başkanı olarak da görev yapmış olan Cemil Topuzlu Paşa’nın mektubu gibi çeşitli ikna çabalarıyla yeni mekanını buldu. Cemil Topuzlu, anılarında, padişaha Gülhane Kışlası’ndaki gürültüden hastaların şikayetçi olduğunu yazdığını anlatır. Devrin padişahı II Abdülhamit’in emriyle gürültüden uzak ve denizaşırı bir yerde yeni bir bina yapılması sürecine başlar. Bu istekte, o sırada Türkiye’de istihdam edilen Fransız birliklerine mensup Dr. Marjeri’nin Mektebi Tıbbiye’nin ıslahı hakkında hazırladığı rapor da etkili olmuştur. Bu rapor, okul yöneticilerinin ve maarif nazırının da yer aldığı bir komisyonda tartışmaya açılmıştır. Askeri Mektepler Nazırı Zeki Paşa, askeri tıbbiyedeki siyasi hareketlerinin kontrolünün güçleşeceğini öne sürerek, okulun Anadolu yakasına taşınmasına itiraz eder. Ancak komisyon, iyi hekim yetişmesi için modern bir tıp okulunun gerektiğini ve mevcut tıbbiye okulunun yerleşiminin okul olarak kullanılmaya uygun olmadığını vurgulayarak, askeri tıbbiyenin Haydarpaşa’ya nakledilmesini karara bağlar.
İnşaat, 11 Şubat 1894’te başlar. Binanın mimari tasarımı dönemin önde gelen mimarlarında Alexandre Vallaury ve Raimondo D’Aronco’ya aittir. Bina daha önceden yapılmış olan Haydarpaşa Askeri Hastanesi ile Selimiye Kışlası arasında ve yaklaşık 80.000 metrekarelik bir arsa üzerine inşa edilmiştir, ortasında 140 x 80m boyutunda dikdörtgen bir avlu yer almaktadır. Bu bina, büyüklüğüne rağmen hızla inşa edilmiş ve 1900 yılında tamamlanmıştır. Ayrıca, 1901 yılında tıbbiye binasının karşısına yaklaşık 75 metre mesafede bulunan klinik pavyonlarının inşaatına başlanmıştır. Mekteb-i Tıbbiye’nin yeni binası, II. Abdülhamit’in doğum günü olan 15 Şaban 1321 / 6 Kasım 1903 Cuma günü açılır ve eğitim burada başlar.
Şam Tıbbiyesi: 3. Ulusal Tıp Okulu
1800’lerin sonunda Suriye’de artan misyonerlik faaliyetleri esnasında 15.000 gencin misyoner okullarında Osmanlı karşıtı fikirlerle eğitilmeleri, halkın da sağlık hizmetini misyonerlerin kurduğu ufak hastanelerde aralamaları sebebiyle bu ülkelere karşı gelişen sempatiyi kırmak amacıyla alternatif hizmetler sunulmasına karar verilir. Bunların başında gelen sağlık hizmetini sunmak amacıyla bölgede bir Tıp Fakültesi kurulmasına karara bağlanır. İlk olarak Beyrut düşünülmüş, fakat Suriye vilayetinin merkezi olması ve misyoner faaliyetlerinin Beyrut’a göre daha az olmasından dolayı Şam’da açılmasına karar verilir. İstanbul Mekteb-i Tıbbiyeleri Seririyat-ı Dahiliye Muallimi (İç Hastalıkları Kliniği Prof.) Dr. Feyzi Paşa (Feyzullah İzmidî, 1845-1923), 1903 yılında Şam’da baş gösteren kolera salgını ile mücadele için görevlendirildiğinde, Şam Tıbbiyesi’ni de kurma görevini üstlenir. Hem kolera ile savaşı, hem de Şam Tıbbiyesi müdür vekili ve ders nazırı sıfatıyla tıbbiye açma çalışmalarını bir arada sürdüren Feyzullah İzmidî, Şam’da Salihiye caddesinde bulunan komiser Ahmed Efendi’nin konağını kiralayarak, 5 Ekim 1903’de törenle Şam Tıbbiyesi’ni hizmete açar. Dersler Türkçe/Osmanlıca olarak verilmiştir. 1914’de fakültenin kendi binası yapılarak eğitimine burada devam etmiştir. Hastane olarak ise Şam Hamidiye Gureba Hastanesi kullanılmıştır. Osmanlının bu üçüncü ulusal tıp okulu varlığını 15 yıl sürdürmüş, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra 15 Eylül 1916’da Beyrut’a taşınmıştır. Kız öğrencilerin bu fakülteye kabulü ilk kez 1922’de gerçekleşmiştir. Suriye Devletinin kurulmasından sonra yine Şam’da eğitime başlamıştır. Bu dönemde Fransız mandası altında bulunan Suriye’de tıp fakültesini yeniden açan Fransız otoritelerinin, eğitim dilinin Fransızca olması isteğine direnen öğretim üyeleri o güne kadar eğitimi Türkçe verdiklerini ve ellerinde Türkçe/Osmanlıca kitapların da olması nedeniyle eğitimi kendi dilleri olan Arapça yapma konusunda kararlı bir tutum izlemişler ve bunu başarmışlardır.
Osmanlı’nın son Tıp Okulu: Darül-Fünun-ı Osmani Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’si
1908 yılında halen Kadırga’da bulunan sivil tıbbiye, İstanbul Darülfünununa bağlı Tıp Fakültesi ilan edilir. 1909 yılında, askeri ve sivil tıbbiyeler Haydarpaşa’daki tıbbiye binasında birleştirilerek Haydarpaşa Tıp Fakültesi adını alır. Fakülte Dekanı olarak Cemil Topuzlu Paşa atanmıştır.
Cemil Topuzlu Paşa (1866-1958): 1882’de on altı yaşında mezun oldu. Gülhane’deki Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye’ye yazıldı. Burada anatomi hocası Mazhar ve Fizyoloji hocası Şakir paşaların asistanlığını yaptı. Cerrah olma konusunda her iki hocası ona ilham kaynağı oldu. 3 Eylül 1886’da 20 yaşında iken yüzbaşı rütbesiyle doktorluk diplomasını aldı. 11 Eylül 1887’de ihtisas için Paris’e gitti. Sen Lui Hastanesinde dönemin meşhur cerrahı Pean’ın yanında asistan olarak çalıştı. O dönemde Türkiye’de cerrah, cerrahiye ati hastalıklarla uğraşanlara bilhassa yaralara bakan tımarcılara denilmekteydi. Bunlardan ayırt edilmek isteyen Cemil Paşa Sıhhiye Reisi Hasip Paşa’ya başvurdu ve kendisine cerrah yerine operatör denilmesini rica etti. Bu isteği kabul edilerek tayin tezkeresine “operatör” yazıldı. Cemil Paşa böylece Osmanlı’da “operatör” unvanını alan ilk hekim oldu. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’nin birleştirilerek 1909-10’da Tıp Fakültesi adı altında öğretime geçmesini sağladı; kendisi de bu fakültenin başına getirildi. Rumeli yakasına taşınmasına karşı çıkarak görevinden ayrıldı. Osmanlı Devleti’nin ilk özel hastanesi olan Zeynep Kamil Hastanesi’nin ihyasında katkı sağladı. Geleneksel tıp yöntemleri yerine modern tıp yöntemlerini benimsedi.1912’de İstanbul şehremini (belediye başkanı) seçildi. I. Dünya Savaşı yıllarını Cenevre’de geçirdi. Fransız Hükümeti’nin sulh teklifini Sadrazam Talat Paşa’ya iletmesi Enver Paşa’nın tepkisiyle karşılandı. Çiftehavuzlar’daki köşkü gözlem altına alınınca 1917’de ailesiyle birlikte b İsviçre’ye gitti. 20 Mayıs 1919 ‘da kurulan İngiliz Muhipleri cemiyetinin önde gelen üyeleri arasında yer aldı. İstanbul’a döndükten sonra Mayıs 1919’da ikinci kez İstanbul şehremini seçildi. Gülhane Parkı gibi birçok park, şehir tiyatroları, merkez hali vs yaptı. Bu nedenle ölümünden sonra Harbiye’deki Açıkhava Tiyatrosuna adı verilmiştir. Ertesi yıl görevinden ayrıldıktan sonra bir süre Damat Ferid Paşa kabinesinde Nafia Nazırı oldu. Ancak Sadrazam Damat Ferit Paşa’yla geçinemedi; istifa etti. İstifasına kızan Damad Ferit’in kendisini Divan-ı Harbe vereceğini öğrenince yine yurt dışına-Fransa/Nis’e gitmek zorunda kaldı. Ankara Hükümeti de “İngiliz Muhipler Cemiyeti” kurucusu olduğu için Cemil Topuzlu’yu kara listeye aldı. 1924’te Türkiye’ye döndükten sonra resmi görev almadı ve yalnız mesleğiyle ilgili çalışmalar yaptı. Oğlu Mehmet Ziya’nın Belçika Leuven Üniversitesi’nde okuması için 25’de yine yurtdışına çıktı. Mehmet Ziya burada Lilimina Reimann isimli bir hanımla evlendi. Bu hanımın Fasih Galip beye aşık olup Mehmet Ziya’dan boşanması sonrasında 13 Aralık 1935’de doğan kızları ünlü hekim Türkan Saylan’dır.
Savaş Yılları
Tıp fakültesi Birinci Dünya Savaşı sırasında sıkıntılı dönemler geçirmiştir. 1913 yılında verdiği 118 mezunun ardından eğitime ara verilmiş ve bina 1914 yılında Yedek Askeri Hastane olarak hizmet vermiş, 1916 yılında ise öğretime yeniden başlanmıştır. 1919’da okul İngiliz İşgal kuvvetlerinin denetimine girmiş, eğitim sırasında büyük zorluklar ve baskılar ile karşılaşılmıştır. Ancak tüm bunlara karşın, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve sonraki ismiyle Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nden 1912-1922 yılları arasında yetişen hekimler, askeri hekimlik ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele sahalarında başarıyla hizmet vermişlerdir.
Cumhuriyet’le Beraber Hekimlik: Dr. Refik Saydam
Dr. Refik Saydam’ın 4 Mart 1925 tarihinde Türkiye’de Sağlık Bakanı olarak göreve başlamasıyla birlikte sağlık alanında reform hareketleri de ivme kazanmıştır. Bu dönemde sağlık hizmetlerinin ülkenin koşullarına uygun ve sistemli bir şekilde yürütülmesine büyük önem verilmiş, sağlık hizmetleri bu doğrultuda yapılandırılmıştır. Sağlık personelinin ihtiyacını karşılamak amacıyla öğrencilerin tıp fakültelerine yönlendirilmesi için çeşitli teşvik edici kararlar alınmıştır. Alınan kararlar arasında ücretsiz öğrenci pansiyonlarının açılması öne çıkmaktadır. İlk öğrenci yurdu olan Leylî Tıp Talebe Yurdu, İstanbul’da hizmete girmiştir. Bu yurda özellikle mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeyi kabul eden tıp ve eczacılık öğrencileri kabul edilmiştir. Öğrencilerin tüm eğitim giderleri devlet tarafından karşılanmış, ayrıca burs desteği de sağlanarak hem ekonomik açıdan dezavantajlı ailelerin çocuklarına destek olunmuş hem de özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerindeki doktor ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. 1923 yılında 554 olan hekim sayısı, 1935 yılında 1625’e yükselmiştir. Bu süreçte hekim sayısının yaklaşık üç kat artış gösterdiği ve sağlık personeli sayısının da katlanarak arttığı görülmüştür.
İbrahim Refik Saydam (1881, 1942) 1905’de Askeri Tıbbiye’den Tabip Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. Üç yıl Gülhane Seririyatı’nda Embriyoloji ve Histoloji bölümlerinde çalıştı. 1910 yılında eğitim için yurt dışına gitti. Almanya’da Berlin askeri tıp akademisinde Brandenburg, Danzig, Spandau ve Charité’de eğitim gördü. Balkan Savaşı’nın çıkacağı belli olunca 1912 yılında İstanbul’a döndü. Balkan Savaşı’nda Antalya’da ve Çatalca cephesinde Kolera hastalığını önleyici çalışmalar yaptı. 1914 yılında atandığı sahra genel sağlık müfettiş muavinliği sırasında bakteriyoloji enstitüsünü örgütleyerek tifo, dizanteri, veba ve kolera aşılarının, tetanos ve dizanteri serumlarının burada üretilmesini ve I. Dünya Savaşı boyunca ordu ihtiyacının karşılanmasını sağladı. Salgın hastalıklarla mücadelesini Hasankale’de cephe hizmetinde sürdürdü. Tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne[2] geçti ve I. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. 1919 yılında 9. Ordu Sağlık Müfettiş Muavinliği görevi ile Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Samsun’a çıktı. 1920 yılında TBMM’ye Doğubayazıt mebusu olarak seçildi. Aynı zamanda Millî Savunma Vekaleti’ne bağlı Sıhhiye Dairesi Başkanı olarak görev yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra 30 Ekim 1923 tarihinde 1. İsmet Paşa Hükûmeti’nde Sağlık Bakanı olarak görevlendirildi. Kesintilerle 14 yıl süren Sağlık Bakanlığı döneminde sağlık hizmetlerinin temellerini attı. 1928 yılında Hıfzısıhha Enstitüsü ve Mektebi’ni, İstanbul ve Ankara’da veremle savaş dispanserlerini kurdu. Birçok aşı ve serum burada başarıyla üretildi. Tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanos, kuduz aşıları seri üretime geçildi. 1940’ta Çin’e Kolera salgını için aşı ihraç edildi. 1928 yılında kurulan Hıfzısıhha Enstitüsü’nün aşı üretimi 1997 yılında durdurulmuş, 2011 yılında da Enstitü kapatılmıştır. Yaklaşık 2 yıl süren, örneklem yoluyla seçilmiş yüzlerce köyde yapılan tarama ve anketler neticesinde hazırlanan envanter ülkenin sağlık politikası oluşturabilmesinde çok önemli katkılar sağlamıştır. 1931-1938 yılları arasında zaman zaman Millî Eğitim Bakanlığı ve Maliye Bakanlıklarına vekalet etti. Atatürk’ün ölümünden sonra İçişleri Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği, 15 yıl Kızılay Başkanlığı ve ayrıca 1939 yılının Ocak ayından ölümüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak görev yaptı.
1933 Üniversite Reformu ve bügüne Haydarpaşa Tıp Fakültesi Binası
Haydarpaşa Tıp Fakültesinin bu binadaki son senesi 1933 üniversite reformundan önceki sene yani 1932-1933 dönemidir. Darülfünun kapatılmasıyla Tıp Fakültesi Avrupa yakasına taşınmış, bu bina da Haydarpaşa lisesi olarak eğitim hayatına devam etmiştir. Okulun klinik pavyonları ise günümüzde halen Haydarpaşa Numune Hastanesi olarak hizmet vermektedir. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinin de içinde olduğu bir kampüs haline dönüşen bina 2014 yılına kadar Tıp eğitimi vermeye devam etmiştir. Bu bina, 2015 yılında kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi’ne devredilmesiyle yeniden Tıp eğitimine ara vermiş, 2016-2017 eğitim öğretim yılında ise yeniden Tıp öğrencileri ile buluşarak eğitim amacıyla 100 yıldan uzun süredir kullanılmaya devam etmektedir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm tıp fakülteleri Tıbhâne-i Âmire’nin ve sonrasında da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin devamı olan eğitim müesseseleridir.
Kaynaklar
- Sabri Kemahlı. Tıp Eğitimi ve Hekimlik Dilimiz Nasıl Türkçeleşti? Tıp Eğitimi Dünyası / Eylül 2015 / Sayı 44.
- Hülya Öztürk. Mekteb-İ Tibbiye-İ Adliye-İ Şahane Ve Kurucusu Charles Ambroise Bernard. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı. Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir Eylül , 2009
- BERNARD, Karl Ambros (1808-1844). TDV İslâm Ansiklopedisi. Cilt 5. Sayfa 520-521. 1992
- Ekrem Kadri Unat. Yüz yıl önceki tıbbiye mektebinde bir milliyetçilik mücadelesi. Bilgi. Ocak 1971: Sayı 284 : Sayfa 8.
[…] Tıp Eğitimini Türkçeleştirme Süreci […]